Türk Kültürü ve Türk İslam Sentezi


DİN NEDİR ?

Din, insanları dünyada rahat ve huzura ahirette ebedi saadete götürmek için Allahü Teala tarafından peygamberleri vasıtasıyla gösterilen yoldur. Dinler ikiye ayrılır;

1-) İlahi dinler
2-) Batıl dinler.

İlahi dinler, günümüze kadar değişmeden gelmiş, hak dinlerdir. Mesela; İslam dini günümüzde tek hak dindir. Batıl dinler ise zamanla insanlar tarafından değiştirilmiş dinlerdir. Bu dinler hak din değildir. Örneğin; Hıristiyanlık, Yahudilik bu tür dinlerdir.


KÜLTÜR NEDİR ?

Kültür, bir milletin maddi manevi değerleridir. Bir milletin bütün sanat faaliyetlerinin, inançlarının örf ve adetlerinin, anlayış ve davranışlarının,toplamı o milletin kültürüdür. Buna manevi kültür ya da hars denir. Kültürün doğuşu, insanın yaratılışı ile eş zamanlıdır. Şüphesiz kültürün meydana gelmesinde bütün insanların payı ve yeri vardır. İnsan sahip olduğu zihni kuvvetin yardımı ile bütün tabiatı, enerjiyi, canlı-cansız bütün varlıkları renk, ses, şekil ve benzeri keyfiyetleri kendi yapısına uygun bir şekilde işleyerek değiştirir. Bunu yaparken insanın güç aldığı iki kaynak vardır. Birincisi Allahü Teala’nın kendisine verdiği üstün genelleme, teşhis, tecrid ve yüceltme kabiliyeti. İkincisi de karşılıklı istifadeye dayalı toplum hayatı, kültürüdür.


TÜRK KÜLTÜRÜ

AİLE


Türkler uzun ve hareketli tarihleri gereği çeşitli yerlerde ve değişik dönemlerde farklı sosyal yapılarda görünmekte iseler de, Orhun Kitabeleri gibi Türklerin kendi eski belgelerine dayanılarak, hiç olmazsa İslam Kültür çevresine girinceye kadar ki devre için Türk sosyal yapısını ana hatları ile tespit etmek mümkün sayılmaktadır. Buna göre, eski Türkçe’de "Oğuz" denilen aile, cemiyetin çekirdeği durumunda olup, Gök-Türk devri kitabelerinde bile yer alan evlenme deyimi izdivaç eden her erkek veya kızın ana-baba ocağından ayrılarak ayrı bir ev (aile) kurduğunu gösterir. Bu serbest yaşayan hür evlatlar yetiştiren "küçük aile" tipidir. Aile içi düzen, velayet (dost, yardımcı) anlayışına ve ev ekonomisi ile çocuk terbiyesinde başlıca rol oynayan anneye saygı gösterilmesi yanında, baba otoritesinin geçerli bulunduğu bir hukuki temel üzerine kuruludur.

İSTİKLAL



Türk Devleti’nde istiklal hassasiyetine dair tarihi kayıtlar milattan önceki asırlara kadar gider: Asya Hun İmparatorluğu’nda iktisadi darlık baş gösterince, milattan önce 55’de, Çin’den yardım istemeye karar veren Tanhu Ho-Han-yeh ile, bedeli Çin’e tabiiyet olan bu teşebbüse girişmeyi Hun devleti için "yüz kızartıcı" bir durum sayarak, devletin istiklali uğruna sonuna kadar savaşmak gerektiğini Hun devlet meclisinde beyan eden başbuğ Çi-çi ve arkadaşlarının Çin yıllığı Ts’ien Han-shu’da zikredilen sözleri ünlü sinolog Fr. Hirth tarafından, milli haysiyet ve istiklal fikrinin devlet siyasetine gösteren ilk örnek diye tavsif etmiştir. Gök-Türklerin fetret devrinde milletin, Hakan Bilge’nin ağzından, kitabelere geçen ızdırapları, yine kitabelerde hürriyetten yoksun bırakılmış bir topluluğun "ölmüş" kabul edildiğine dair ifadeler ve daha sonraki asırlarda zaman zaman yapılan istiklal mücadeleleri, Türklerde devlet anlayışının dikkatini çeken belgelerdir.

HALK



Eski Türk devletinde halk, yetki ve imtiyaz bakımından tabakalara bölünmüş değildi. Türk kültürünün manevi havası ve maddi hayat tarzı "seçilmiş" sınıfların teşekkülüne elverişli olmadığından fertler arasında aristokrat, köle gibi hukuki, sosyal kademelendirmeler görülmüyordu. Halk hürdü. Umumiyetle barış zamanlarında eski Türk Devleti’nde herkes dilediği işte çalışmak, kendi zanaat ve mesleğini icra etmekte serbestti. Zira Orhun Kitabelerinde kısaca belirtilen Türk kozmogonisine göre insanlar arasında soy, dil, din, farkları gözetilmediğinden, yeryüzündeki "Kişi-oğlu'nu idare etmek için tayin edilen Türk hakanı da teb’ası olan kütleleri, eşit olmayan tabakalara bölmeye mezun değildi. Fertler her yönden birbirleri ile müsavi idiler. Nitekim Türk siyaset kitabı KB’ de de Türk Devleti’nde halk, mesleklerine, meşguliyet alanına göre tanıtılmış, asilzadelerden, kölelerden hiç söz edilmemiştir.

HÜKÜMRANLIK



Türk düşüncesine göre, yüzbinlerce veya milyonlarca insanın canı ve malı kendisine emanet edilen kişi, Allah’ın sevgisine mazhar olarak kütleleri idare etmek hak ve salahiyetini Tanrı’dan alıyordu. Demek ki, eski Türk devletinde hükümranlık anlayışı temele dayanmakta idi. Kaynaklara göre " Tanrı’nın tahta çıkardığı Tanrı kut’u" diye anılıyordu.

ORDU



Eski Türk topluluklarını ayakta tutan müesseselerden ikisi fevkalade önem taşımıştır: Aile ve Ordu. Haşmetli devirler, refahlı efendilik çağları bu iki kuruluşun özenle korunduğu dönemlerde kurulmuştur. Türk ordusu hakkında ilk inanılır bilgiler veren kaynağa göre Asya Hun İmparatoru Mo-tun dahiyane bir ön sezgiyle bulduğu bütün Türk siyasi teşekküllerinin tam bir disiplin içinde yürümesini sağlayan 10’lu sistemi önce askeri güçlerde, sonra sivil idarede uygulamıştır: Tümen denilen on bin mevcutlu birlik, sırasıyla 1000’lere, 100’lere ve 10’lara ayrılıyor ve her bir grup kumanda zinciri içinde birbirine bağlı olarak eğitiliyor, bu suretle, farklı sayılarda erlerle orduya katılan çeşitli kütlelerdeki kabilecilik asabiyeti kırılıp ülkede yer alan insan gücü, tek bir kuvvet halinde birleşerek, adeta bir"milli birlik" meydana getiriyordu.

EDEBİYAT



Eski Türk Edebiyatı’nda şüphesiz hareketli bozkır hayatına uygun olarak birinci planda yer alan tür, canlı halk edebiyatı idi. Her ne kadar bu yönden eski dönemlere ait pek sağlam Türkçe kaynaklara rastlanmamış ise de, Doğu‘da ve Batı‘da çok yaygın Türk halk edebi mahsullerinin varlığı tarihi kayıtlardan anlaşılmaktadır. Ayrıca Türklerin ne kadar zengin ve renkli bir destan ve efsane edebiyatına sahip oldukları da bilinir.

EĞİTİM



Eski Türk devletlerinde teşkilatını oldukça ayrıntılı şekilde bildiğimiz kuruluş, gördüğümüz gibi ordu idi. Fakat çok geniş sahalara yayılmış Türk ve yabancı kütleleri idare edebilmek için devletin şüphesiz başka kuruluşları da vardı. İdare ile ilgili olarak kitabelerimizde belirtildiği üzere, bütün Türk siyasi kuruluşlarında uygulamaya konulan "Halkı beslemek ve giydirmek" işinin ülke ölçüsünde yürütülmesi, büyük bir "dağıtım" şebekesinin varlığını gösteriyor ve bu muazzam sosyal faaliyetin hususi surette yetiştirilmiş kimselerin kontrolünde cereyan etmesini zaruri kılıyordu. Eski Türk takviminin ıslah edilişi ile, bilhassa yazının yaygınlaştırılmış olması gibi durumlar oldukça geniş bir eğitim " öğretim teşkilatının mevcudiyetini ortaya koyan sağlam delillerdi.





TÜRK - İSLAM SENTEZİ

Türkler, bilindiği üzere, tarihleri boyunca, zaman ve bulundukları mahallerin icapları dolayısıyla, eski asli inanç sistemlerinin korumakla birlikte çeşitli dinlere de girmişlerdir. Asya Hunlarının çocukları olan Tabgaçlar Budizm’e , Uygur Hakanlığının çökmesi üzerine yeni göçtükleri İç Asya’daki küçük Uygur Devletlerinde, o bölgede yaygın Maniheizm’e, batıda Hazar Hakanları ve devletin idareci zümresi Museviliğin bir kolu olan " Karay " mezhebine Balkanlarda Bulgar Devleti ortadoks hıristiyanlığa, Orta Avrupa da Türk kültür çevresine bağlı Macarlar Katolik Mezhebine dahil olmuşlar, diğer taraftan İç Asya da Nesturilik ve Yakubilik gibi bazı hıristiyanlık kolları Türkler arasında da görülmüştür. Hatta aynı Türk İmparatorluğu içinde yer alan çeşitli kütlelerin türlü itikatlara sahip oldukları (Zerdüştlük, Brahmanizm, Şamanlık, vb.. ) da tespit edilmiştir. Bu hususlarda elde seyahat notları, hatıralar, elçi raporları ve nihayet diplomatik belgeler mevcuttur. Fakat Türkler adları geçen bu dinlerin hiç birinde tutunamadıkları bellidir, zira bir kısmında milli seciyelerini kaybederek ya çinlileşmişler ( Tabgaçlar gibi ), ya hıristiyanlaşmışlar ( Tuna Bulgarları, Macarlar gibi), yahut uzunca bir müddet yabancı itikat içinde yaşamışlarsa da sonunda din değiştirmek ihtiyacı duymuşlardır (İç Asya Uygurları gibi ). Ancak İslamiyettir ki Türkleri candan tatmin edici bir iman sistemi olarak görünür zira Türklerin İslamiyette ki kadar başka hiçbir dinde kendilerini mutlu hissetmediklerini, bu dine hayatları boyunca sıkı sıkıya sarılması ve hatta bu dinin mübeşşirlerinin hizmetlerinin çok üstünde bir enerji ile koruyuculuğunu ve yayıcılığını yapmaları göstermektedir. Acaba hangi sebeple Türk Din Tarihi böyle tecelli etmiştir? Bunun açıklaması son derce açıktır: İslami itikatlarla, eski Türk Dini İnanç Sisteminin esasları arasında şaşılacak ölçüde bir mutabakat mevcut bulunmaktadır. Museviliğin Yahudilere has bir inanç vasfında olması, Hıristiyanlığın üçlü kişilik düşüncesine dayanması, maniheizm’deki ikilik, Budistlikte tanrı kavramının bulunmayışı Türkleri tatmin etmemiş gibidir. Halbuki İslamiyet’in ilan ettiği tek ve yaratıcı Allah, eski Türk inanç anlayışına tamamıyla kavramış durumda idi. Yani Türkler adeta, yeni bir din değil kendi kadim inançlarının çok daha sağlam, kitabi, inandırıcı bir sisteme girdikleri kanaatinde idiler. Şimdi eski Türk inancı ile İslami itikatlar arasındaki ortak noktaları ana hatlarıyla sıralayalım;

1. Tanrı tek’tir - Gökyüzü tektir
2. Tanrı kainatın yaratıcısıdır - idi
3. Tanrı kainatın efendisidir - çalap
4. Tanrı kaadir-i mutlaktır - ugan
5. Tanrı kadimdir,ezelidir - bayat
6. Tanrı ebedidir - Türk kozmogonisi
7. Tanrı her yerde hazır ve nazırdır - gökyüzü öyledir
8. Tanrı her şeyi iradesi altında tutar - kitabeler
9. Tanrı adildir, haktır - doğruluk, törenin özelliği
10. Tanrı bilicidir - bulgar kitabeleri, ırk-bitig
11. Tanrı huzurunda herkes eşittir - Türk Kozmogonisi
12. Türklerde put ve putçuluk yoktur - Gökyüzü cisim haline getirilemez
13. Türklerde ruh ölmez, ebedidir.
14. Türklerde ruhban zümresi yoktur.
15. Türkler töreyi yeryüzünün hakim kanunu yapmak isterler. - (İslam da Cihat)
16. Türklerde hükümdar Tanrı Bağışı (Kut) sayesinde idare etme yetki ve gücünü kazanır. - (İslam da ilahi inayet) vb..

Türklerin eski inançları ile İslamiyet arasındaki büyük benzerlikler daha da çoktur. İşte özleşme vasfındaki bu belirtiler ki İslamiyet’i iyice tanıyan Türkleri Artık kütleler halinde Müslüman olmanın neticesinde sosyal ve manevi hayatın bütün cephelerinde Türk İslam Kültür Terkibi gerçekleşmiştir.

SENTEZİN OLUŞMASI VE TARİHİ GELİŞİMİ

Müslüman olan Türk siyasi kuruluşları artık, sosyal durum, iktisadi hayat, askeri ve idari yönlerde olduğu gibi, dil, edebiyat, sanat itibarı ile de yeni kültür şartlarının gereklerine uymuşlar, farklı bir kültürün kadim Türk kültürüne aşılanması ile farklı bir hüviyete bürünmeye başlamışlardır. Dolayısıyla eski bozkır Türk devletleri ile İslami Türk Kuruluşları birbirinden oldukça ayrıdır. Değişikliğin başlıca sebeplerinden biri, İslamiyet’in aynı zamanda dünya ile ilgili faaliyetleri de kadrolayan kitabi bir din olması, diğeri de yerli halkın İslam akideleri ve müessesesi ile birlikte, eski İran ( Sasani ) geleneklerinden bir kısmını yaşatmakta devam etmesidir. Türkler, defalarca işaret ettiğimiz gibi, idarecilikte doktriner (peşin hükümcü) değil, fakat milli seciyelerinden fedakarlık etmeksizin zaman, mekan ve ahalinin özel durumlarına göre tavır takınmakta mahir olduklarından, hakimiyetlerindeki bölgelerde alışılmış, kütleleri tedirgin etmeyen gelenek ve kuruluşlara müdahale etmeyerek, sadece halkı huzursuz kılan belirtileri ortadan kaldırmakla yetinmişlerdir. Bu itibarla eski sosyal tabakalaşmanın devamı, halk dili Farsça ile Kur’an Dili Arapça’nın konuşma ve yazışmada, edebiyatta, dini ve ilmi eserlerde kullanılması, Türk idareciler tarafından İslami adlar, lakaplar, unvanlar alınması (Hakan yerine Sultan, Yabgu yerine Melik, Tegin yerine Şehzade, Aygucu " Üge " Yuğruş yerine Vezir vb.), devlet idaresindeki çeşitli kolların (Divan = Bakanlık) aynen korunmuştur.

Türklerin İslami çevrede karşılaştıkları fakat esasa taalluk etmeyen bu yeni kültür unsurlarının Türk kültürüne nüfuzunda bilhassa Horasan kıt’ asının başlıca rolü oynadığı sezilmektedir. Zira asıl ünlü sentezin başlama merkezi burasıdır. Terkibin bir kanadını teşkil eden Türk kültürü bütün zindeliği ile devam ediyordu: Hükümranlık anlayışı, devletin askeri karakteri, din hayatında tolerans, düşünce sistemindeki ayrılık, toprak rejiminin değişik oluşu, bazı sosyal haklar, farklılıkların başlıcalarıdır. Bilindiği gibi, sadece bir iman ve kutsallık anlayışı değil, aynı zamanda bir devlet, bir cemiyet: kanun ve düşünce-davranış sistemi olan İslamiyet’te halife, peygamberin vekili sıfatı ile "Emirü’l mü’minin" ( Müslümanların başı ) olarak, mevcudatın dünyevi ve uhrevi nizamını, Allah’ın kelamı ( Kur’an ) çerçevesinde yürütmekle vazifeli yegane kişi idi ve dolayısıyla İslam Devletlerinin başkanları olan sultanlar da halifeye bağlı birer "emir" ( icracı ) durumunda idiler. Halbuki Türklerde hükümdar, tanrı bağışı olan " kut " yolu ile yeryüzündeki insanları idare ile görevli kılınmış, yani tanrı dünya işlerinin tanzimini Türk Hakanına vermiş bulunuyordu. İşte bu anlayış farkı Selçuklu Devletinin kuruluşu ile ortaya çıkmış ve Türk Sultanı, dünyayı idare etme yetkisini halifeye devretmeyerek kendi uhdesinde tutmuştur. Selçuklu Devlet Reisi saltanatın gerçek sorumlu sahibi idi. Halife ise yalnız şeriat meseleleri ile ilgili saygıdeğer bir şahıs haline gelmişti.

Anadolu’daki "Bacıyan-ı Rum" (Anadolu Kadın Sufileri ) münasebetiyle belirtelim ki, Türk - İslam ortak kültüründe cemiyet içinde kadınlara da yer verilmesi İslam sosyal hayatında bir Türk yeniliği idi. Elbette İslam çağında kadın cahilliye devrinin eşya sayılan bir metaı değildi. Fakat erkek karşısında eşit muamele görmesi halinin devlet idaresine kadar yükselmesi bu terkip devrinin sonuçlarından biri sayılabilir.

Sanata gelince, vaktiyle "hayvan üslubu" tipinin hakim olduğu Türk-İslam sanatında Türklerin büyük etkileri bulunduğu şüphesizdir. Başta din, felsefe, siyaset sahasında hissedilen Türk Kültürüne İslam tesiri sanatta açıkça belirmiş, fakat sanatın türlü kollarına getirdikleri yeniliklerle Türkler Türk-İslam sanatına kendi damgalarını vurmuşlar. Ortaya orijinal bir tip çıkarmışlardır. Bin senelik kültür ortaklığında meydana getirilen: mimari, süsleme, hat, tezhip vb.. türlerinden binlerce eser bu yeni Türk - İslam estetik zevkinin mahsulleridir. Örnek: İstanbul’da Süleymaniye Camii (1557), Konya-Aksaray yolu üzerinde Sultan Hanı (13. asır), Hindistan Ağra şehrinde Taç-Mahal (17. asır) ki, türbe sanatında şaheserler arasında erişilmez seviyede bir şaheser olarak vasıflandırılmaktadır. Burada elverdiği ölçüde özetleyerek açıklamaya çalıştığımız Türk - İslam Kültür Sentezi, gördüğümüz gibi bunca asırdan beri bütün dış belirtileri ve deruni manası ile her İslam -Türk siyasi kuruluşunda devam etmiş, ortaya koyduğu yeni cemiyet varlığını korumuş ve o kadar sağlam temellere oturtmuş ki, Büyük Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları gibi iki cihan devleti mekanizması teşkil edip, işletmeyi başarmıştır.


Ana Sayfa